Geçen ay ilkokul arkadaşlarım Whatsapp grubu kurup bir araya gelme planları yaptılar. Uzaktakiler – ben dahil – gidemeyecek olsak da muhabbetten eksik kalmadık. Eski fotoğraflar çıktı ortaya, paylaşıldı. Kakara kikiri muhabbetler döndü binlerce mesaj birikti. Biri gidip İzmir’deki ilkokulumuzun şimdiki fotoğraflarını çekip gönderdi.
Sonra bir baktık ilkokul öğretmenimizi de bulup eklediler. Birden o muhabbet ciddi bir hal aldı; öğretmenim sizi çok özledik diye çocuk gibi mesajlar attık koca koca adamlar ve kadınlar. O da bizi ‘Yavrularım’ diye kucakladı gene. Sanki hiç büyümemiş gibi olduk.
Bugün öğretmenler günü, 24 Kasım. Bir çocuk için öğretmen, ilk öğretmen ne kadar şans… Hayatı, insanları, doğayı, hayvanı, tarihi, okumayı her şeyi sayesinde seviyorsun ya da sevmiyorsun… Ben çok şanslıydım.
Tesadüfen geçen hafta bir video izledim; Alternatif Anne kurucusu Gülüş’ün sürdürülebilir iyi ebeveynlik konuşmalarından birinde, Finlandiya’daki eğitim sisteminden örnekler verdi konuşmacı. Öğretmenlik mesleği orada çok önemli. Üniversite eğitimi ardından yazılı sınav ve sözlü mülakat olurmuş öğretmen olabilmek için. Başvuranların ancak %10’u geçebilir, öğretmen olmaya hak kazanırmış. Dört senelik eğitim ardından da master yapmaları, bir konuda uzman olmaları şartmış. Videoya buradan ulaşabilirsiniz…
Kısacası, kutsal olduğu kadar da en önemli iş öğretmenlik. Bir insan yetiştirmek. Gerektiğinde anne-baba kadar güvenebilmek birisine…
Alaz’ın ilkokuldaki öğretmeni 5 haftadır yoktu. Yerine geçici birisi geldi. Beş hafta boyunca Alaz, eve her geldiğinde o öğretmeni şikayet etti. Öğretmenin kendisini hiç sevmediğinden yakındı. Çocuk sürekli mutsuz ve huzursuzdu. Hastalıktan dedim, tatilden dedim, kardeşinin doğum günüydü kıskandı dedim…
Dün öğlen Alaz okuldan geldi ve kapıdan içeri girerken ağzı kulaklarındaydı. ‘Anne biliyor musun? Frau M. geldi. Aslında Pazartesi gelecekti; ama bugün geldi. Bize sürpriz yaptı. Çok mutluyum’ dedi. Sonra bazı arkadaşlarının öğretmenin yanına koşup nasıl sarıldıklarını anlattı. ‘Sen sarıldın mı?’ dedim. ‘Hayır, çok kalabalıktı ama yanına gittim, konuştum’ dedi. Çocuk dünden beri daha pozitif, daha mutlu, huzurlu… Öğretmeninin uzakta olmasını bu kadar yadırgadığını düşünmemiştim.
Beliz, 1.5 senedir aynı kreşte. Her sabah ayrılırken mızırdanır, naz yapar. Daha geçen ay resim kursuna yazdırdım. O derse koşa koşa gidiyor; abisini, televizyon izlemeyi, oyuncakları, beni geride bırakıp. Aynı şekilde baleye de… Farkındayım, iki dersi de sevmesinin nedeni öğretmenleri. Belki ileride seçeceği mesleği bile etkileyecek bu bana göre küçük, ona göre büyük noktalar…
Bizim ülkemizde, belki bazen 50 çocuğa laf anlatmaya çalışan öğretmenlerimiz var ve haklarını ödemek mümkün değil. Bir çocuğun kalbindeki yerleri ise ne kadar büyük. Ne kadar özel. Dilerim, her öğretmen de bunun farkındadır.
Not: Bu arada annem hep ‘Öğretmen ol kızım’ demiştir okul hayatım boyunca. Bazen düşünüyorum, keşke olsaymışım diye. İyi ve adil bir öğretmen olur muydum bilmiyorum; ama bu mesleğin değerini büyüdükçe, yaşım geçtikçe daha iyi anlıyorum…