Boston’da tüm gün gezinip uçakta beş saat kesintisiz uyuyunca, San Francisco’daki son günümüzü de gezerek, Alaz’ı ve kendimizi yorararak geçirdik. Alışveriş merkezi, park derken öğleden sonra üç gibi kiralık arabayı teslim edip dış hatların yolunu tuttuk.

San Francisco International havalimanı oldukça eski, büyük bir havalimanı. İçinde çocukla vakit geçirmek için kütüphane bile var. Gerçi biz bagajları ve bebek arabasını teslim edip hızla güvenlik kontrole ilerledik. Amerika çıkışlı uluslararası uçak yolculuğu olacağından bizi full body scan dedikleri silindir şeklindeki yapının içine sokup oramızdan buramızdan hava üfleteceklerdi. Geçen senelerde tüm vücudumuz belli oluyor, mahremiyet elden gidiyor diye ortalığı ayağa kaldırdıkları cihaz yani.

Geçen sene Alaz 9 aylıkken ve daha önceki gidişimizde ben hamileyken radyasyondan ötürü bu cihazdan muaf tutulup üzerim elle aranmıştı. Bu kez Alaz ve ben normal bir güvenlik kapısından geçtik. Yanımızda 100ml’den fazla Alaz’ın suyu, hiç açılmamış karton süt ve Alaz’a akşam yemeği için açılmamış konserve çorba vardı. Suyu tatmamızı istediler. Birimiz üzerinde elle arama yapmaları karşılığında sütü ve çorbayı açmamıza gerek kalmadan kontrolden geçirebileceğimizi söylediler. Bana oldukça saçma geldi bu teklifleri. Açılmamış paket sütü yanımıza alabilmek için, zaten tüm vücudu ekranlarda kontrol edilmiş ve temiz çıkmış birini niye elleyip arayacaklardı ki? Eşimi ve sırt çantasını ikinci kez kontrol ettikten sonra geçmemize izin verdiler. İşin ilginci benim üzerimi aramadıkları gibi çantamın içine de bakmadılar.

Artık Alaz iyice yorulmuş; ama uçakların heyecanıyla bu yorgunluğu hiperaktiviteye dönüşmüştü. Öğle yemeğini çok iyi yememişti. British Airways  Lounge’a girdik. Bezini değiştirdik. Fazla zamanımız yoktu; çorba içirmek istedim, istemedi. Birkaç haşlanmış havuç ve kraker bulduk. Onları yerken de uçağa geçtik.
Yerimiz daha önlerde, San Francisco’ya gelişimizdeki gibiydi. Uçak kalkarken uyuyacağını ummuştum; ama uyumadı. Birkaç saat daha yorgun ve mutsuz bakınıp gezindi ortalıkta. Ana kucağına oturmayı istemedi. Yemek servisi başlayana dek çıkartma yapıştırdık, kitap okuduk, biraz da çizgi film izledik.
Yemek sırasında ana kucağına oturttuk. Verdikleri yemeği beğenmedi tabii ki. Sadece balık kraker ve kivi yedi. Yemesi için ısrar etmiyordum; çünkü sürekli mızırdanma modundaydı. İstemediği birşey olduğunda da çığlık atarcasına bağırıyordu. Terrible Two* dedikleri 2 yaş sendromu ve negatiflik tüm benliğini ele geçiriyordu yorgun olduğu zamanlarda. Arka sıralarda oturan Alman ailenin küçük kızı da Alaz yaşlarındaydı. Bir Alaz bağırıyordu, bir o. Uçaklarda sessiz bölge arayanlar için ne talihsiz bir kabin bizimki diye düşünürken ön ve arka kabinlerden ağlayan bebek sesleri gelmeye başladı. Hatta Alaz kendisi susup ‘Ağlama bebek!‘ diye sesleniyordu. Demek ki aradaki paravan sesi engellemiyormuş. Bakınız Uçaklarda Çocuksuz Bölge yazıma…
Yemek servisinden sonra bez değiştirdik, pijamalarını giydirdik ve ana kucağına yatırdık. Biraz şarkı söyledim, biraz elini tuttum, kar etmedi. Çizgi olmuş gözleriyle gelen geçene bakıyor, arada bir nağra atıyor, kucağıma almam için ısrar ediyordu. Işıklar henüz kapanmadığından uyuması zordu. Yarım saat kadar bekledikten sonra kucağıma aldım. Bu kez rahat edemedi. Bir o yana bir bu yana dönüyor, yanımda uyuyan genç kıza doğru uzanıyordu. Sonunda ağlamaya başladı, babasına verdim ‘Al, uyut, ben yoruldum‘ diyerek. Onun kucağında oturup yarım gözlerle etrafa bakınıyor, babasına çizgi film açmasını söylüyordu. Orada da mızmızlanmaya başlayınca molam bitti ve ben kucakladım gene. Öpüp kokladım ‘uyuyalım‘ dedim. Yanımdaki kıza hafiften birkaç tekme sallayarak da olsa sonunda uyudu. Anakucağına koyduğumuzda ağladı, tekrar kucaklamak ve uyutmak zorunda kaldım. İkinci kez anakucağına yatırdığımızı farketmedi, uyudu. Ben uyumadığım için pişman olacağımı bile bile Anna Karenina filmini izledim. Yıllar önce Tolstoy’un kitabını okumuştum. Filmi hoş olmuş; ama tabii uçak ekranında, kulağımda durmayan kulaklıkla ve arada bir Alaz’ın kıpırdanmaları eşliğinde izlediğimden tam bir film keyfi yaptığımı söyleyemem. Uçağın inmesine 5 saat kala film bitti, ben de uyudum.

Üç saat kadar sonra Alaz ağlayarak uyandı. Su verdim, kucağımda tekrar uyutmaya çalıştım; ama nafile! Uyumayacaktı. Gece uykusunu beş saat olarak yaptı ve iki saat daha, uçak inene dek yarı uykulu yarı huysuz hal ve tavırlar sergiledi. 
Bebek arabasını check-in yaptığımızdan ötürü uçağın kapısına getirmediler. Alaz’ı pasaport kontrole dek kucağımızda taşıdık. Pasaport kontrolden jet hızıyla geçtik ve bagajlarımız alıp taksiye bindik. Beş dakika dolmadan Alaz uyudu. Gözlerimi açtığımda evin sokağındaydık. Jet Lag denilen sendromla biyolojik ritmimiz bozulmuştu gene. Alaz arabadan inerken uyandı ve ağlamaya başladı. Tabii 20 derece hava sıcaklığına alışan vücudu birden 1 dereceyi hissetti. Malesef Londra şehri Mart sonudur, bahar gelmiştir dememiş, kar yağmaya devam etmişti.
Eve girince oyuncaklarını gösterdim, kendine geldi. Yine de günün geri kalanında patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Jet Lag olayları, yorgunluk ve uykularımız için bizi takip etmeye devam edin. Birlikte atlatacağız…

* Terrible Two denilen ‘İki Yaş Sendromu‘, Dr Harvey Karp’a göre 18 – 24 ay arasında pik yapmakta. Yani herşeye itiraz etme, hayır deme, inat etme dönemleri. Harvey Karp’ın ‘Mahallenin En Mutlu Çocuğu‘ kitabını okudum ve önerilenleri Alaz’da uygulamaya çalışıyorum. Genelde çok uyumlu bir çocuk; tabii yorgun, aç ve hasta olmadığı sürece. Şimdilik iyi gidiyoruz, önümüzde zorlu ve ‘no‘lu yani bolca ‘hayır‘ kelimeli 4 ay daha olsa da!

Yazar

Yorum Yaz

Pin It
Bu sitedeki tüm içerikler Digital Millennium Copyright Act ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu'na istinaden koruma altındadır. Buradaki hiçbir içerik (Yazı, Fotoğraf, Video vb.) site KULLANIM ŞARTLARI'nda da belirtildiği üzere izinsiz olarak kopyalanamaz, alıntı yapılamaz, başka yerde yayınlanamaz

© 2019 Tasarım Blogger Tasarım.