Oğlumuz Londra, İstanbul, San Fransisko, Zürih derken 1 yaşına basmadan koskoca New York’u da gördü, 11 aylık bir bebeğin görebildiği kadar.

Sekiz saatlik uçak yolculuğunda iki kez kısa kısa uyudu Alaz. İndiğimizde çok yorgundu; ama havaalanındaki sesler, ışıklar, insanlar onun dikkatini dağıttı, uyumadı. Havaalanından çıkınca bir sıcak dalgası vurdu geçti hepimizi. Londra’dan ayrılırken hava Haziran ayında bile olsak 15-16 dereceydi. Takside uyudu biner binmez, Londra’da akşam uykusunun vakti geldiğinden huysuzlanmıştı doğal olarak bir süre. Yaklaşık bir saat sürdü JFK havaalanından otelimizin bulunduğu Chelsea’ye yolculuk. Hemen odamıza attık eşyaları, yazlıklarımızı giyindik ve dışarı çıktık hem yemek için hem de gün ışığında Alaz’ı biraz daha oyalayıp gece uykusuna biraz daha geç yatırmak için. Hatta bebek arabasını almayıp kucağımızda taşıdık uyumasın diye.

Çekim nedeniyle trafiğe kapatılmış bir cadde
Yiyecek birşeyler alıp Madison Square Park‘a attık kendimizi. Broadway Street’te bir çekim yapılıyordu hatta Alaz’ın babası merak edip baktı ünlü biri var mı diye 🙂 Birkaç film/şov çekimi gördük orada olduğumuz süre boyunca. Parktaki New Yorklular (NewYorkers) gibi biz de çimlere yayıldık, pikniğe başladık güvercinler ve sincaplar eşliğinde. Alaz her yolculuk sonrası olduğu gibi yemeğe niyetli değildi. Az sonra park görevlileri gelip çimlerin kapanacağını söyledi. Garipsedik açıkçası. Londra’da böyle birşey hiç görmemiştik yıllardır. Ardından bakına bakına otelin yolunu tuttuk. Alaz’a banyo yaptırıp yatırdık, biz de erkenden uyuduk.
Mutlu bebek = Mutlu anne

Ertesi gün pazardı ve otelde kahvaltı sonrasında şehri geze geze Central Park‘a varmaktı planımız. 27. Cadde’deki otelimizden çıktık yola ve kuzeye doğru Fashion Avenue üzerinde sağa sola bakına bakına ilk durağımız olan Bryant Park‘a vardık. Alaz’a ve kendimize ufak bir yemek molası verdik. 40. Cadde üzerinde Duke adlı yer kiloyla açık büfe yemek ve salata satıyordu.  Yiyeceklerimizi alıp parktaki masalarda ağaçların gölgelerinde yedik. Ağaç demişken, parkın kuzey ve güney kısmındaki ağaçlandırma parka Avrupai bir hava vermek için yapılmış. O gün eşcinsellerin yürüyüşü vardı Bryant park yakınlarından geçen. Birçok etkinlik olurmuş gece ve gündüz özellikle yaz aylarında sinema, konser gibi. Çimlerin açılış/kapanış saatleri vardı. Biz gittiğimizde kapalıydı çim bölümüne giriş; Alaz süs havuzuyla idare etti. Havuzdan ayırınca bağıra çağıra ağladı!
New York sokaklarında

6. Avenue’den devam ettik yolumuza ve Rockefeller Binası‘na baktık hayran hayran. Birçok uluslararası şovun da sergilendiği, ki o sırada Cirque du Soleil vardı, Radio City Music Hall’u geçerken bir akşam Alaz’ı babaannesine bıraksak da gelsek mi diye konuştuk. Birçok yüksek binanın arasından ilerleyip varış noktamızı gördük, ilerideki yeşil alanı. Şansımıza hava öyle sıcaktı ki kendimizi bir an önce parkın gölgeliğine atmak için can atıyorduk. Şehrin denize açık sokaklarıyla kesiştiğimiz an hafif bir rüzgar ferahlatıyordu; fakat yüksek binalar ve arabalar ve her köşe başındaki ışıklarda beklemek sıcağı daha çok hissettiriyordu.

Central Park’taki ilk durağımız

Center Drive’dan iki yanımızdaki anıtları ve faytonları aşıp girdik Central Park‘a. Alaz saatlerdir uyanıktı ve parkta sakin bir köşe olur da uyuturum nasıl olsa diye düşünüyordum; ama yanıldığımı anladım. Londra’daki parkların aksine bu parkın her noktası insan ve çocuk doluydu. Üstelik her köşe başında ya müzisyen, ya lunapark, ya baloncu, ya spor aktiviteleri, ya bisikletli, ya da süslü fayton vardı ki bu kargaşada Alaz’ı uyutmak mümkün değildi! Lunaparkı görmesini engellesek de çocuk parkına takıldık. Salıncakları gören Alaz kendini bebek arabasından aşağıya atıyordu tepinerek. Parka girdik, salıncağa bindirdik, su fışkırtan bölümde ıslattık kollarını ayaklarını, banka yatırıp bezini değiştirdik. Alaz yorgunluktan ne yaptığını bilmez bir halde çılgın birşey olmuştu. Parkın karşısındaki kayalıklarda olabildiğinde az insanlı bir köşede emzirdim uyur diye. O ise yeni çıkan üst dişleriyle beni ısırıyordu. Canımı yakınca babasına teslim edip metrelerce uzayan tuvalet kuyruğuna girdim. Malesef gene Londra’yla karşılaştıracağım; ama New York’ta umumi tuvalet çok az ve olanlar da pis. Döndüğümde Alaz’a babası balon almıştı. Balonu gören Alaz elbette ki uyumayacaktı. Öte yandan aşırı yorgunluk ve uykusuzluk ne yaptığını bilmez bir enerji patlamasına dönüşmüştü ki herhalde anne-babalar ne demek istediğimi anlar. Dönmedolabını da atlattıktan sonra babasını softball izleyenlerin arasında bırakıp Alaz’ı kucağıma alıp uzaklaştım uyutmak için. Kucağımda ninni söylemeye başladım. On saniye sürdü itirazı ardından o da katıldı ninniye. Beş dakika geçmemişti ki derin uykuya dalmış, bebek arabasındaki yerini almıştı. Biz de Sheep Meadow dedikleri çayırdan geçip filmlerde gördüğümüz Central Park gölüne ulaştık.

Tipik şehir parkı… İstanbul’da olmayan…

Cherry Hill denilen göl manzaralı hafif tepeye yerleştik. Alaz derin uykudaydı, biz de ağaç altına uzandık içecek birşeyler alıp. Göldeki kayıkları izleyip burası hangi filmlerde geçmişti diye düşündük. Yaklaşık bir saat sonra Alaz uyanınca meyve atıştırdı ve tekrar yola koyulduk parkın geri kalanını görebilmek için. Akşamüzeri olduğundan hava daha bir gezilecek kıvama gelmişti. İyileştirici etkisi olduğuna inanılan meleğin de bulunduğu çeşmeli havuza para atıp dilek tuttuk. Müzisyenleri ve her yaştan patencileri izledik bir süre hayran hayran. Ardından önce lunaparkı gösterdik Alaz’a sonra da Pond dedikleri ufak gölü. Faytonların arasından çıktık gene şehre. Parkın ancak yarısını görebilmiştik yarım günde. Akşam yemeği için Alaz’ın halası, kuzeni ve eniştesiyle buluşmak üzere Times Square meydanına doğru çevirdik rotamızı.

Filmlere konu güzel göl…

7. Avenue üzerindeki hediyelik eşya dükkanlarına da girdik Times Square’e doğru ilerlerken tabii Alaz dükkanlarda oyalanmayı sevmediğinden şöyle hızlıca göz gezdirdik. Times Square meydanı elbette çok güzel; ama bir o kadar da kalabalık ve bunaltıcı. Özellikle bebek arabası itiyorsanız bir yandan. Henüz hava kararmamıştı biz oradayken; ama yine de gözalıcıydı ve tabii Alaz için de aşırı renkli 🙂 Youtube videolarından ünlünen Naked Cowboy lakaplı zatı da gördük donuyla! Hatta iki tane vardı, öyle ki hangisi gerçek hangisi sahte anlaması zor oldu etrafta ‘This is the real one’ diyenler olmasa 🙂 Akşam yemeğini Hard Rock Cafe‘de yedik; mama sandalyesi ve çocuk menüleri vardı. Alaz halası ve kuzeniyle oynadı bir süre. Yemeyi reddetti. Zaten yol yorgunluğunu atamamıştı bir de üstüne gürültülü ve kalabalık bir mekan eklenince bir süre sonra huysuzlanıp uyumak istedi. Ben de süt içirip ninni fısıldadım sarılıp sıkıca. Az sonra dalmıştı uykuya. Gözlerimize inanamadık babasıyla böyle bir mekanda bunca gürültüde, kuzeni de varken etrafta Alaz ilk kez uyuyordu! Jetlag sen nelere kadirsin?

Bir süre sonra biz de toparlanıp ayrıldık mekandan. Dışarı çıktığımızda ışıl ışıl meydanı bir de gece haliyle görmüş olduk. Alaz’ı bebek arabasına yerleştirip otelimize yürüdük. Odaya vardığımızda yerine yatırmak ve bezini değiştirmek isteyince doğal haliyle Alaz çıldırdı. Öyle çok ağladı ki emzirmeden susmadı. Haklıydı bebişim bu isyanında. Odalar aşırı küçük New York otellerinde Amerikan standartlarının aksine! Otelin verdiği dev gibi bebek yatağını açmaya yer kalmamıştı bile. Alaz’ı da yanıma alıp yatağın birine ben yattım; arada emdi arada tepti beni tüm gece, sabahın 5’inde ‘Ben uyandım haydi kalkın’ diyene dek!

Times Square

Sabah 6’daki kahvaltıdan sonra (tatil, New York ve sabah 6’da kahvaltı?) otelin terasına çıktık bir süreliğine manzara için. Tabii ki Alaz’ın uykusu gelmişti, bizim de! Odaya gidip uyuduk. Sonra babası New York’taki Google ofisine gitti. Babaannesi ve ben Alaz uyanınca giydirip, meyvesini yedirip sokağa attık kendimizi bu kez güneye doğru Broadway’ı ana caddemiz yaparak. Union Square ilk durağımızdı. Lokal market kurulmuştu etrafına. Ona bakınırken biz, Alaz arabada uyukluyordu. Çocuk parkına hiç yaklaşmadan 14. Cadde’den University Place’e saptık. Kuzeye gittiğimizde market görememiştik alışveriş yapabileceğimiz; ama güneyde yani Greenwich Village civarında hem yerleşim yerleri hem de marketler bollaşmıştı. Üniversite binaları arasında yürürken erken kahvaltının da etkisiyle karnımız acıktı.

Gökdelenler arasında su molası

Washington Square Park’ın köşesinde salata ve meyve satan bir markete girip yiyecek aldık parkta yeriz, Alaz da uyur diye. Malesef Alaz biz henüz marketten çıkmadan uyanmıştı yemek kokularından olsa gerek. Parkta çimlere oturmak yine yasaktı. Havuz kenarına gidip kendimize bir yer bulduk diğer öğle tatilcilerinin arasında. Havuzu gören Alaz durmadı tabii ki! Birimiz yedi, diğerimiz Alaz’ı tuttu. Tam da o sırada bulut geçti ve yağmur indirdi. Neyse ki dev yapraklı ağaçlar altında ıslanmadık pek. Alaz etraftaki herkese, başta köpekler ve çocuklar olmak üzere ‘Gel‘ diye sesleniyor, mutluluk çığlıkları atıyordu. Yağmur dinip de güneş çıktıktan sonra arka tarafta bulunan çocuk parkına daldık. Salıncakta epey bir oyalandık. Ardından Alaz’ı yere saldık. Hem oynadı kendi kendine, hem de sonunda emeklemeye fırsat bulduğu için sevindi. Biz de bir yandan Alaz’ı gözlerken bir yandan da sarışın renkli gözlü bebeklere bakan Asya kökenli bakıcıları izliyorduk. Bir an için düşündüm de Amerikalı olsaydım çocuğuma Asya ırkından birinin bakmasını istemezdim heralde. Irkçılıktan dolayı değil de kültür ayrı, dil ayrı, görüntü ayrı; ne bileyim istemezdim. Hele de çocuklara karşı davranışlarını görünce ‘Alaz’a bir süre daha kendim bakacağım‘ kararımın ne kadar doğru olduğunu gördüm. Elbette anne kadar iyi olan bakıcılar da vardır; ama şansı olana!


Alaz’ı zar zor parktan çıkarıp babasıyla buluşmak için Union Square’e geri döndük. Sözde amacımız İkiz Kuleler’in olduğu World Trade Center‘a gitmekti o gün; ama Alaz’ın park sevdası ve bizim de ağırdan almamız nedeniyle o günkü planımız yattı. Tabii yürüyerek ancak 1/3’ünü tamamladık WTC yolunun. Babasıyla çocuk parkında buluşacaktık. Salıncaklar güneş altında ve park da ağzına dek dolu olduğundan Alaz’ı gölgede kalan kum havuzuna götürdük. Önce çocukları izledi uzun uzun ve sabırla. Ardından kumlara oturtunca elleriyle kumu tanımaya başladı. Kısa sürede ağzına götürmeyi de ihmal etmedi! Emeklerken bir bacağını havada tuttuğunu farkettim. Önce yerlerin sıcak olma ihtimali geçti aklımdan, sonra da sabah yataktan düşmüştü bacağı mı incindi diye düşündüm. Ben onun derdine düşüp bacağının farklı kısımlarını yoklarken o hemen kendine bir bayan arkadaş bulmuş ve oğluyla beraber yaptıkları kumdan kaleleri deviriyordu. Özür diledim hemen tabii ki; ama bayan muhabbet edip Alaz’la oynamaya başladı. Bir süre sonra bizim aramızda Türkçe konuşmamızdan Türk olduğumuzu anlayıp bildiği Türkçe kelimeleri saymaya başladı. Meğer ilk çocuğunun babası Türk’müş ve yıllar önce bir süre Türkiye’de yaşamış. Bize ‘Dandini dandini dastana‘ ninnisini kendi aksanıyla okudu ve Türkleri de Türk yemeklerini de çok beğendiğini belirtti.

Yağmurlu New York

O sırada hava birden değişti, gökyüzü kapandı. Bakıcılar çocukları toplamaya girişti. Bayan da bize yağmurun geleceğini kuytu bir yer bulmamızı önerdi bir yandan da oğluyla toparlanıyordu gitmek için. Alaz’ın babasıyla buluşacağımız için fazla uzaklaşamazdık ortamdan. Kurulmuş pazarın çadırlarına sığındık ve birden bire sele dönüşen yağmuru izledik. Alaz’ın babası da bizi orada buldu; ama en azından yarım saat mahsur kaldık birçok insanla birlikte. Kimi terliklerle yağmur altında gezerken kimi bizim gibi saklanıyor kimi de botları ve yağmurluklarıyla yoluna devam ediyordu. Eşime yaklaşıp ‘Alaz olmasaydı biz de ıslanırdık yağmur altında yürüyerek.‘ dedim. Yaz yağmuru yağarken yürümek kadar güzel bir şey var mı?

Yemek molası

Yağmur dindikten sonra yakınlarda bir çorba molası verdik akşam yemeği için ve Alaz nihayet yemeye başladı o an. Ardından otele döndük. Banyosunu yaptırıp uyuttum. Eşim gece dışarıya çıkalım diye yer bakarken internette, ben uyuyakaldım. Sonra da kalkıp çıkmak çok zor geldi. Öte yandan da düşündüm bir daha bu fırsatı bulamam diye; ama Alaz’ın sabahın 5’inde bizi ayağa dikeceğinden emindim. Uyumaya devam ettim. Fırsatları tepmek!

Sabah 6’dan önce kalktık gene hep birlikte. Kahvaltıya ilk inenlerdendik. Sonra da odaya gidip yatanlardan! Kahvaltı başlangıç saatine dek de Alaz’ı oyuncakla, bilgisayardan çocuk şarkılarıyla oyalıyorduk odada.

Brooklyn Köprüsü

Babaanne halayla birlikte Empire State Building‘e gitmek üzere otelden ayrıldı. Ben odada Alaz’ın uyanmasını bekledim, pek sürmedi bekleyişim! Bir taksiye atlayıp listemde olan Brooklyn’e geçtik Brooklyn Köprüsü‘nde yürümek için. Taksiden inince bebek arabasını açıp Alaz’ı koyarken yaşlı bir Amerikalı kadınla selamlaştık. Alaz’ın ona gülümsediğini belirtip muhabbet başlattı. Bu arada Amerikalılar İngilizlere göre çok muhabbetliler, özellikle de bebek varsa yanınızda! Yaşlı kadına ‘Brooklyn Bridge Park’a mı gideyim yoksa direk köprüden geçip Manhattan’a mı varayım?‘ diye sordum. O da bana bakıcı olup olmadığımı sordu. Annesiyim deyince de ‘Şükürler olsun! Heryer bakıcı kaynıyor bu şehirde!‘ diyerek onlardan yakındı. Önceki günkü bakıcı izlenimimizde haklıymışız demek ki. O sevimli ve yaşlı kadının tavsiyesine uyarak Brooklyn Bridge’te yayalar için ayrılmış yola saptım. Rüzgarlı olmasına rağmen hava, çok güzel bir yürüyüş yaptık Alaz’la. Arada bir manzara fotoğrafı çektik. Özgürlük Anıtı‘nı görünce babasına mesaj attık “Bil bakalım biz ne gördük?” diye.

Köprüden yürüyerek geçmek eğlenceliydi, hem de yol tahmin etmediğim kadar kısa sürdü. Yayalar için ayrı bir yol planlanmış olması da şehircilik açısından insana verilen önemi gösteriyor. Yaya yolu direk olarak City Hall Park’a açıldı. Haftaiçi ve öğle saati olması nedeniyle turist kalabalığına bir de çalışanlar eklenenince bebek arabasını sürmek zorlaşmıştı. Üstelik güzergahımızdaki World Trade Center namı diğer İkiz Kuleler dev bir şantiyeye çevirmişti ortalığı. 9/11 terörünü anmak için hazırlanmış olan alanı gezebiliyorduk. Ücretsiz bir tur var görmek isteyenler için bu internet sitesini ziyaret ederek bilgilerinizi girmek ve çıktısını almak yeterli. Biz de saat 1’deki tura yetişebildik Alaz’la. Bu sırada epey bir kalabalığı yarmak, inşaat yakınlarında dolanmak zorunda kalsak da!

İkiz kuleler inşaat alanı

Battery Park‘ta Alaz’a öğle yemeği yedirdim. Mutlaka gidin, görün denmesine rağmen ben pek memnun kalmadım. Tabii yorgun olmamız da bir etken olabilir. Müzik aletlerini alan bir gurup düzeneklerini kurup şarkılarını çaldılar bir ara. Daha çok gezi feribotlarının kalktığı bir durak. West Street’i takip edip sahilden kuzeye doğru yürümekti planım; fakat WTC şantiyesi nedeniyle kapanmıştı yaya yolları. Yolumuzu biraz uzatıp sahile çıktık. Rüzgar öyle güçlü esiyordu ki bir ara bebek arabasıyla uçacağız sandım. Alaz da rüzgar yüzüne çarptığından neşeyle çığlık atıyor uyku saatini epey geçirmiş olmasına rağmen uyumayı aklından geçirmiyordu. Yolumuz üzerindeki parklara uğraya uğraya North Cove Marina‘ya vardık. Bir yandan sahilden yürüyerek New Jersey manzarası izlemekti dileğim öte yandan rüzgarın bizi sersem etmesi canımı sıkıyordu. Bir süre Hudson River denilen yolda ilerledikten sonra Alaz’ın bu şekilde uyumayacağına kanaat getirdim. Emzirmek için bir park buldum. O sırada kaka yaptı ve banklarda altını değiştirdim. Turistik yerler değildi artık güzergahımız daha fazla zaman kaybetmemek için ve tabii rüzgardan kaçmak için taksiye bindim.

Bebek arabasını katlamama yardımcı olup bir sonraki durağımız olan Pier 78’e götürdü bizi. Araba ve kucağımın cazibesiyle Alaz derin bir uykuya daldı. Taksiden indiğimde bebek arabasına koyunca dahi kıpırdamadı. Rüzgardan korumak için sarıp sarmaladım ve bir saat sonraki tekne gezimize dek uyudu. Babası ve babaannesi de aramıza katıldı 90 dakikalık Manhattan deniz seyahati için. Elbette teknede Alaz uyandı. Yol boyunca çok neşeliydi uykusunu aldığından. Hatta bir ara babaannesiyle Özgürlük Heykeli’nin taklidini yapıyorlardı biz babasıyla dışarda fotoğraf çekerken. Gündüz karadan gezdiğim yerleri bir de denizden görüyordum. Ayrıca turist rehberinin dediği gibi arkamıza yaslanıp ayaklarımızı dinlendirmek aynı zamanda da şehri gezip bilgi edinmek için iyi bir fırsattı.

Hello!

Olmazsa olmaz Hudson River tekne gezisi
Gezi bittiğinde hepimiz acıkmıştık. Tabii bunda tur rehberinin Hell’s Kitchen‘dan epey bir bahsetmesinin de etkisi olabilir. Arkadaş tavsiyesiyle Chelsea Market‘i bulduk. İyi ki de bulmuşuz. Hem görmek hem gezmek hem de yemek için harika bir yer. Üstelik etrafta turistten çok New York’lu vardı. Alaz’a organik malzemelerden çorba yapan bir yer bulduk. Marketin holündeki renkli avizelere baka baka yedi yemeğini. Ardından otele yürüdük. Alaz’ı yatırıp babaannesine teslim ettikten sonra Empire State Building tepesinden şehre bakmaya gittik eşimle.


Günde yaklaşık 40 bin kişinin gezdiği bu bina NYC’ye gidip de görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Gündüzü ayrı güzelmiş ki biz geceyi tercih ettik, gecesi ayrı keyifliydi. Tıklım tıklım da doluydu pusetleriyle, uyuyan bebekleriyle gelenler bile çoktu akşam 9’da. Biz gittiğimizde sıra olmamasına rağmen yukarıya çıkma süremiz yarım saati aştı. Şehir ışıl ışıldı yukarıdan bakınca da tıpkı sokaklarında gezerken olduğu gibi. Özel günlerde binanın ışıkları değişiyormuş, hatta Ramazan ayında yeşile bürünüyormuş tepesi. Tüm gün yürümüş olmanın da yorgunluğuyla binadan çıktığımızda adım atacak halim kalmamıştı. Eşimle yol üzerindeki bir İrlanda barına girdik. Birer bira ile NYC gezimizi kutlayıp Alaz’dan bahsettik! Alaz olmasaydı daha verimli gezebilecektik en azından geceleri de değerlendirebilecektik gezmekle, sabahın 5’inde kimse uyandırmayacağından 🙂 Neyse ki ileride tekrar gelebilme umudumuz var…

Empire State Building

Ertesi sabah Providence’a doğru yola çıkacaktık.

Not: Tüm fotoğraflar bana aittir.

Yazar

4 Yorum Var

  1. daha dun arkadasimla konusyorduk 10 gunlugune 2 yasindaki kizlariyla NY'a gitmislerdi nasil gecti diye:) simdi sende yazinca 11 aylik afacanla maceralarinizi ehh dedim bizim basimiz kel mi:)) saka bi yana ne guzel gezmissin supersiniz Alaz icinde cok keyifli olmus siradaki gezilerinizi bekliyorum merakla tatlim:)

    • Bence kel degil 🙂 Birkac sehir gezdik firsat olur olmaz ekleyecegim onlari da.

  2. Oğlumla henüz gidemedik ama on sene öğrenciyken gittiğim New York seyahatim gözümde canlandı. Aynı yerleri belki de aynı sıra ile gezmişiz. Benim için güzel bir nostalji oldu. Teşekkürler…

  3. Sağolun, ben de arada bir resimlere bakıp hatırlıyorum. Günlerimiz çok güzel geçti. Tekrar gidesim var 🙂 Siz de oğlunuzla gidersiniz bir gün.

Yorum Yaz

Pin It
Bu sitedeki tüm içerikler Digital Millennium Copyright Act ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu'na istinaden koruma altındadır. Buradaki hiçbir içerik (Yazı, Fotoğraf, Video vb.) site KULLANIM ŞARTLARI'nda da belirtildiği üzere izinsiz olarak kopyalanamaz, alıntı yapılamaz, başka yerde yayınlanamaz

© 2019 Tasarım Blogger Tasarım.