Siena, Unesco Dünya Mirası listesinde… Yemekleri, sanat eserleri, at yarışları ve müzeleriyle ünlü.

Floransa’da uyandığımız 6. günün sabahı, kahvaltı ardından Turist Information yolunu tuttuk. Siena’ya gitmek için iki opsiyon vardı, biri tren biri otobüs. İkisi de aynı sürede varıyordu hemen hemen. Babamız daha önce gittiği için Trenden indikten sonra epey yürüme mesafesi var, hatırladığım kadarıyla da yokuş yukarı. En güzeli otobüsle gidelim (çünkü şehir merkezinde bırakıyormuş), trenle dönelim, dedi. Otobüs terminali de Santa Maria Novella Tren İstasyonu’na çok yakın. Her yarım saatte bir otobüs kalkıyor, biletleri de terminalden alabiliyorsunuz.

Alaz’a yine bilet almamıza gerek yoktu ve otobüste boş yer olduğundan rahatça yatabildi koltuklardan birine. Hatta uyudu! Güzel bir yolculuktu, yemyeşil bir doğa, ormanlar ve köyler arasından yaklaşık 1-1.5 saat sonra vardık masal şehri Siena’ya.

Otobüsün bizi bıraktığı meydanda çiçek pazarı vardı o gün; Çarşamba. İçim gitti o birbirinden güzel rengarenk saksı çiçeklerine, çilek bitkilerine… Birkaç dakika yürüdükten sonra meşhur dairesel meydana çıktık; Piazza del Campo. Bu meydanda Pubblico Palace, Gotik tarzda yapılmış bina ve kuleden oluşmakta.

Öğle vakti olduğundan herkes yiyeceğini almış, meydanın eğimli yerlerine oturmuş sohbet halindeydi. Yakındaki üniversite öğrencileri, turistler kadar çoktu. Biz henüz yürümekten yorulmamıştık; ama Alaz meydanda güvercin kovalarken güneşlenmekten de kendimizi alamadık. Campo meydanı, kum ile doldurularak Palio isimli at yarışlarına da ev sahipliği yapıyormuş yılda iki kez. Öyle bir zamanda denk gelmek isterdim; ama eminim çok kalabalık olurdu. O kumların nasıl taşındığı beni meraklandırdı aslında 🙂

Palazza Pubblico’da dişi kurttan süt emen Remus ve Romulus

Alaz’ı ikna etmek, güvercinlerden ve birlikte koşturduğu çocuklardan ayırmak zor oldu. Siena’nın ara sokaklarına daldık. Sieana’da en çok ilgimizi çeken, her yerin Remus ve Romulus heykelleriyle dolu olmasıydı. Efsaneye göre, Sieana’yı Remus’un oğlu, Senius kurmuştu. O nedenle nereye baksanız bu figürleri görebilirsiniz Siena’da.

Ardından meydandaki bir pizzacıda yemek molası verdik… Çoook uzun bir bekleyişten sonra yemekler geldi malesef. Alaz’ı boyalarla, oyunla ve hatta mecburen telefondaki oyunlarla oyalamak durumunda kaldık.

San Domenico Kilisesi

Duomo’ya yani Sieana Katedrali’ne gitmek için sokak aralarında yolları arşınlarken karşımıza bu manzara çıktı. San Domenico Kilisesi uzaktan oldukça heybetliydi. 13. yüzyıldan kalan bina içinde birbirinden ilginç sanat eserleri de bulunuyormuş. Biz yakınına gitmedik.

Sieana Katedrali’ni bulduk ve ön kısma gitmek için yukarı çıkan merdivenlerde baba puseti sırtlandı, Alaz ve ben de tıngır mıngır çıktık basamakları.

Duomo, Siena Katedrali

Duomo, Roman-Gotik mimarisinin en büyük örneklerinden biri. Garip bir şekilde inşa edilmesinin nedeniyse, dünyanın en büyük katedrali olsun diyeymiş. Resimde görüldüğü üzere ekrana sığmadı. Yapımına 12. yüzyılda başlanmış, doğu duvarı tamamlandıktan sonraysa paralar bittiği için bir süre terk edilmiş. Siena’nın görülmesi gereken başlıca yerlerinden birisi, önündeki turist kalabalığından da anlamışsınızdır.

Daha sonra eski Sieana sokaklarına vurduk kendimizi. Dizi dizi ortancalar beni benden aldı. Ortancalar bitince de begonvil dizileri başladı. Bir belediye çalışanı bayan, begonvil saksılarını her işyeri, mağaza önüne bırakıyordu.

Campo meydanının arkasındaki sokakta bir kahveci bulduk; Caffe Fiorella. Küçük bir yer, oturacak yer yok. Geçerken espressonu ayaküstü içip yoluna devam ediyorsun. Baba kişisi, kahve düşkünü olduğundan çoktan ısmarlamıştı birer espresso, biri decaffe. Kahve kokusuna bayılırım; ama Türk kahvesi hariç diğer kahveleri de aramam. İki bayanın işlettiği bu büfe tarzında yer, boş kalmıyordu bir an.

Sonrasında yavaş yavaş Siena sokaklarında yürüdük ve yönümüzü tren istasyonuna çevirdik. Tren tabelalarını takip edince epey bir yol yürüdükten sonra, hatta şehrin eski duvarlarından çıktıktan sonra eğimli mi eğimli; ama neyse ki kat kat yürüyen merdivenler sayesinde yorulmadan trenin bulunduğu istasyona vardık. Şehrin duvarlarında da birçok Remus ve Romulus figürleri bulunmaktaydı. Tren istasyonundaki makinelerden biletimizi almayı da becerdik. Kalkmasına henüz vakit olan trene kurulduk. Muhabbet, Alaz’a meyve yedirelim derken trene binen ve İngilizce konuşan turistler sayesinde biletlerimizi onaylatmadığımızı farkettik. Ufak çapta bir panik ve koşturmaca yaşadıktan sonra tren yola koyuldu.

Not: İtalya’da biletleri kullanacağınız gün platformda bulunan bir makineye sokup deldirtmeniz veya işaretletmeniz gerekiyor ceza yememek için. Aksi takdirde biletleriniz geçersiz.

Elbette bizim ufak maymun trenin çuf çuf-larına karşı koyamadı, uyudu hemen kıvrılıp. Manzaramız gene çok güzeldi, tren sık sık her istasyonda durduğundan yol uzun sürüyordu. Floransa’ya vardığımızda trenden inerken Alaz uyandı. Piazza S. Maria Novella’ya doğru ilerledik o pusetinde ayılmaya çalışırken. Bir de baktık ki meydanda, önceki gece dans ettiği küçük kız var. Yanlarına gidip konuşmaya başladık İngiltere’nin Isles of Man adasından gelen aileyle. Bu kez çocuklar birbirlerine hiç pas vermedi. İnanamadık önceki geceki samimiyetlerine ve o anki somurtkanlıklarına. Çocuk işte. Sağı solu belli olmuyor…

Akşamında da bir önceki gece yemek yediğimiz yerdeydik. Herkes bizi tanımıştı tabii Alaz sayesinde! Yer bulmamız sorun olmadı biraz da erken gidince. Taze enginar salatası yemek için oraya gittik desem yeri! İşin ilginci ana yemek olarak, eşim kesin kararla ben Meat Tartare yiyeceğim, dedi. Tamam, tartar soslu birşey olsa gerek, tartar sosu da tanıdık geliyor, güzel birşey olsa gerek diye düşündük. Ben de hamile insan olarak onunki güzel olursa değişiriz diye aklımdan geçiriyordum.

Yemekler gelince gördük ki, bir doğrama tahtası üzerinde 250gr çiğ kıyma, kıyma üzerinde yeni kırılmış sarısı bütün çiğ yumurta, etrafında ufak tabaklarda değişik soslar, baharatlar, ufak doğranmış sebzeler kuru soğan, biber gibi. Kız masaya bırakıp gitti tabağı. Aldı beni bir gülme! Basbayağı çiğ köfte! Sorun, senin onu orada karıştırman gerekiyor. Elbette işin içine çiğ et girdiği için ben değil ağzımı, elimi bile sürmedim. Eşimse, önce yok canım çiğ olamaz heralde diye düşünüp ucundan kıymanın tadına baktı. Bakmasıyla garsona el etmesi de bir oldu. Garson kız bunun güzel bir yemek olduğunu söylese de bizim çiğ etle işimiz olamazdı. Tabağı alıp geri götürdü, başka birşey söyledik. Algıda seçicilik devreye girdi. Yanımızdaki masadaki bayan dahil etrafta bu çiğ etten yiyen birçok insan vardı. Resmen malzemeleri karıştırıp çiğ köfte olarak yiyorlardı.

Not: Bilmediğiniz yemekleri sipariş ederken garsona nasıl pişirildiği, içinde neler olduğu türü sorular sormak akıllıca olur. Özellikle hamileyken peynirin pastörize olup olmadığı, çiğ yumurta bulunup bulunmadığı da sorulmalı.

Restoran sahibi bizden çiğ et ücretini almadı ısrar ettiğimiz halde. Bunu gidip bir dondurmacıda kutladık. Bu da enterasan bir anı oradan: Birkaç masa ötede orta yaşlı İtalyan bir aile vardı. Alaz’a önce uzaktan el salladılar, ardından karşılıklı işaretleşmeye başladılar. Sonra adam masadan kalkıp yanımıza gelip İtalyanca Alaz’ın yaşını sordu. Ben İtalyanca bilmediğimi, işaret diliyle anlattım ve garson yardımıyla sorusuna cevap verdim. Ardından oğlum da onların masasına gidip ‘Ciao’ (Merhaba) dedi ve onlarla anlamadığımız şekilde konuşmaya başladı. Sonunda adam dayanamayıp tekrar yanıma geldi ve Siz İtalyan değilseniz, çocuk nasıl İtalyanca konuşuyor? dedi. Hem şaşırdık hem güldük. Alaz’ın yaşı gereği her duyduğunu tekrar etme ve çabuk öğrenme yeteneği bizi seyahatlerimizde hayrete düşürüyor. Eve doğru ilerlerken Alaz’ın adamın masasında neler konuşmuş olabileceği hakkında yorumlar yapıyorduk ki pusetten kafasını uzatıp Anne ben İtalyalanca mı konuşuyorum?, diye sordu bir de. Evet, aferim sana, dedik. İtalyanca’yı ne kadar biliyor bilmem ama italyalancayı çok güzel uydurduğu kesin…

Not: Alaz’ın her gezimizde birşeyler öğrenmesi bizi çok mutlu ediyor. Bebekliğinden beri yaptığımız yatırımın karşılığını görmek güzel. Ne demişti annem: Herkes çocuk büyütür, önemli olan o çocukla insan içine çıkabilmektir 🙂 

Devamı: İtalya Seyahatimiz – Gün 7 Venedik

Yazar

2 Yorum Var

  1. Merhaba Deniz hanım, yazılarınızı sık sık takip ediyorum, biz de bu eylül ayında 3-4 gün venedik'e gitmeyi düşünüyoruz, 2 yaşında bir oğlumuz var henüz hiç yurtdılına çıkmadı, bunun için biraz tedirginim açıkcası ama italya biraz daha rahat galiba çocukla gezmek için sizin yazılarınızdan da bu sonuca vardım nedense 🙂 normalde seyahatlerimizi kendimiz planlarız ama ben çocukla gideceğim için bu defa bir tur şirketi ile gitmeyi düşünüyorum, sizin türkiye deki tur şirketleri iel ilgili bilginiz var mı acaba?

    • İtalya, çocukla gezmek için ideal ülkelerden biri. Türkiye'deki tur şirketleriyle ilgili bilgim yok; ama turun esnek olmasını öneririm. Yani tüm gübü sabahtan akşama otobüste şehir gezerek geçirmeyin. Bu tür programlar çocuklar için sıkıcı ve yorucu olabilir. Oteli ve uçağı tur şirketiyle ayarlayıp şehir gezilerini kendiniz planlasanız çok daha iyi olur. Ya da turun yarım günlük gezilerine katılmanızı önerebilirim. Venedik ile ilgili yazılarımı da hazırlıyorum. Çok yakında onları da okuyabilirsiniz.

Yorum Yaz

Pin It
Bu sitedeki tüm içerikler Digital Millennium Copyright Act ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu'na istinaden koruma altındadır. Buradaki hiçbir içerik (Yazı, Fotoğraf, Video vb.) site KULLANIM ŞARTLARI'nda da belirtildiği üzere izinsiz olarak kopyalanamaz, alıntı yapılamaz, başka yerde yayınlanamaz

© 2019 Tasarım Blogger Tasarım.